12 Mayıs 2010 Çarşamba

Siege'e Yorumlar

Bir önceki yazı zaten olması gerektiğinden bile uzun olunca, görüşlerimi farklı bir yazıda aktarayım dedim.

Evet, Siege de sona erdi. Aslında Siege ile birlikte -tabi bu Marvel'ın o güvenilir ve iyi yürekli editörlerinin bize söylediği şey ama, Avengers Dissassembled - Secret War - House of M - Civil War - World War Hulk -Secret Invasion- Dark Reign - Siege şeklinde ilerleyen uzun süreli seriler bütünü de sona ermiş oluyor. Şaka maka, 2004'ten beri, her ne kadar ortalıktaki milyonlarca "Avengers" adlı seri nedeniyle fark etmemiş de olsak, ilk kez birlikte göreceğiz orijinal ekibi.

Siege biraz enteresan bir seriydi aslında: Marvel'ın ne yaparsa yapsın okuyucularını memnun edemeyeceği bir seriydi bence. Okuyucuları sevindirmek için iki yolu vardı Marvel'ın: Ya büyük bir sürpriz yapacaktı, ya da okuyucuya görmek istedikleri şeyi verecekti. Fakat işi zorlaştıran kısım bu sürpriz işinin son dönemde Marvel tarafından aşırı bir şekilde kullanılmış olmasıydı.

Civil War'da Registration Act'in geçmesi, Cap'in kanunlara karşı gelmesi, Spidey'in taraf seçimi ve maskesini çıkarması, Iron Man'in SHIELD'ın başına geçmesi, Cap'in ölümü hep beklenmeyen olaylardı. Secret Invasion'da, Skull çıkan kahramanlar zaten başlı başına birer sürprizdi. E bir de bunların üzerine Iron Man'in her şeyi kaybetmesi, Norman Osborn'un en büyük kahraman olması eklenince, bu seri de daha çok sürprizlere dayandırılmış oldu. Dark Reign -ki bir crossover'dan çok bir dönemdi- yine sürprizler üzerineydi: Osborn'un gücünü kullanması, Sentry'nin ihaneti ve muazzam güçlerinin ortaya çıkması, Sentry-Osborn ilişkisi falan derken, artık Marvel'ın okuyuculara görmek istediği şeyleri vermesi gerekiyordu.

Ne istiyorduk peki?

Emre'nin de bir önceki yazısında yazdığı gibi, şu Dark Avengers'ın sıkı bir dayak yemesini istiyorduk.

Norman Osborn'un da aynı dayağı yiyip, cezası neyse çekmesini, acı içinde yaşayan kahramanların tekrar serbestçe dünyayı kurtarmasını istiyorduk.

Cap'in geri dönmesini, orjinal Avengers ekibinin yeniden kurulmasını, bu Avengers bolluğunun tükenmesini, en azından tek bir çatı altında devam etmesini istiyorduk.

Superhuman Registration Act denen bu lanet şeyin ortadan kalkmasını istiyorduk.

Sentry'nin ölmesini istiyorduk. Sentry'nin ölmesini çok istiyorduk. Sentry ölsün diye uyumadan dua ediyor, Sentry'li rüyalarımızdan soğuk terler dökerek, kimsenin duyamadığı çığlıklar atarak uyanıyorduk.

Şaka bir yana, bunların hepsi okurların istediği, ve aslında er ya da geç Marvel'ın bize sunacağı olaylardı. Tek sorun, bunların hepsinin olacağını bildiğimiz için, sürpriz beklerken duyduğumuz o heyecanı hissetmeyecektik. İşte o yüzden Marvel'ın işi çok zordu. Hem okuyucuya istediğini vermek, hem de onu şaşırtmak zorundaydı. İkincisini yaptığını söylemek pek mümkün olmasa da, ilkini başardı Marvel. Sadık bir çizgi roman okuru olarak, Siege'i okurken sadece Ares'in parçalandığı sahnede şaşırdım, fakat şu an itibarıyla Marvel Evreni'nde olmasını istediğim her şey oldu.

Bu nedenle, Siege'i bir geçiş dönemi olarak düşünüp, pozitif olarak değerlendirebiliyorum. Marvel yapması gerekeni yaptı. Ama hatalar da yaptı.

Bu hataların en büyüğü, Sentry sorunsalıydı. Şimdi adam, büyüyle öldürüldü, geri geldi. Moleküllerine ayrıldı, geri geldi. Molekülleri kontrol edebiliyorum, patlayan sivilcelerin (pardon, güneşlerin) gücü yetmedi, bir de molekülle oynayacağım dedi. Nasıl öldü? Kafasına düşen Helicarrier'den sonra Thor'dan yediği bir darbeyle... Olacak iş mi? Değil. Daha tatmin edici bir sonuç beklerdim ben. Aynı zamanda, Sentry'nin - ve Void'in- ne olduğu sorunu da vardı ortada. Osborn sırrı bilen tek kişi benim diye tutturuyordu. Sonunda Captain sordu bu soruyu, "Bu ne böyle lan?" diye. Osborn, artık manyaklığın etkisi mi yoksa gerçekten mi bilmiyorum, "Angel of Death" diye cevap verdi. Angel of Death mi? Şimdi Angel of Death ne ola ki? Böyle cevap mı olur?! Sentry'nin ölmüş olmasını, ölü kalmasını çok istiyorum. Ama umarım bir şekilde geri gelir de, ikna edici bir şekilde öldürürler elemanı. Bu böyle olacak iş değil çünkü.

İkinci sıkıntım, Loki. Loki'nin ölme şeklini hem sevdim, hem de sevmedim. Bir daha geri gelmeyeceğinden emin olsam, süper öldü, harika öldü derim. Neden, çünkü Avengers diye bir oluşumun ilk ortaya çıkmasının nedeni Loki'ydi. Şimdi de, Avengers'ın tekrar bir arada olabilmesi için kendini feda etmesi fikri çok hoşuma gitti benim. Ama yine de, Osborn'la bir ittifak kurup, Asgard'a saldırtıp, sonra kendisini feda etmesine bir anlam veremedim. Orası olmamış yani.

Iron Man'e kıl oldum. Her şeye rağmen adamın son sahnede çıkıp tüm kahramanlara nutuk çekmesine anlam veremiyorum. Tamam, adam hatırlamıyor olabilir de, diğer kahramanlar bu kadar çabuk mu kabul etti bunu? Elemanın filmi çıkacak diye bu yapılır mı yani...

Doomwar olayı... Bence Fantastic Four kesinlikle bu olayın içinde bir yerde olmalıydı. Dark Reign'de de fazla bir olay yaşamadılar ama, Doomwar'ın bu olayla tam olarak aynı zamana gelmesinin mantığını çözemedim. Biraz bekleyip, ikisini ard arda yapsalar, daha kolektif bir oluşum çıkmaz mıydı ortaya?

Spider-Man ve Norman. Bir yumruk mu? Ne yani, bütün olay bir yumruk mu... Açıkçası Dark Reign denen bu olaylar bütününü, Spidey'in Norman'ı öldürmesiyle bitmesini beklerdim. Artık dayanamamasını, içindeki tüm nefreti kusmasını beklerdim. Ama bütün olay tek yumrukta kaldı...

Bu hata sayısı elbette daha da arttırılabilir.

Ama yine de, tüm bu koşulları göze alırsak, Siege'in başlı başına bir crossover değil, bir geçiş dönemi olarak görülmesinden yanayım ve bir geçiş dönemi olarak aslında başarılı buluyorum. Evet, acaip şaşırtıcı, çok ilginç, okuyanın ağızını açık bırakacak bir şey yoktu belki ama, yine de Marvel yapması gereken pek çok şeyi yaptı.

Hiç yorum yok: