17 Mayıs 2010 Pazartesi

Siege - Marvel'da neler oldu?

Geçtiğimiz hafta nihayet Marvel'ın Secret Invasion sonrası kurduğu evreni Heroic Age'e taşıyabilmesi için planlanan Dark Reign, Siege event'i ile sonlanmış oldu. Cümleyi düzgün kurmuş olduğumdan emin olabilmek için üç defa check ettiğim düşünülecek olursa, baya bir badire atlatmışız demek ki. Evet, şu an bulundukları noktaya ulaşabilmek için çok kan döktü Marvel kadrosu.


Secret Invasion, Civil War gibi herkes tarafından hakkı teslim edilen muhteşem bir event'in ardından gelen ve evrendeki tüm yapı taşlarını güvensizlik teması adı altında söken bir döneme taşıdı bizi. Kimin kim olduğunu bilmiyor, aylık olarak takip ettiğimiz tüm dergilerde yıllardır takip etmekte olduğumuz bir yada bir kaç karakterin Skrull olup olamayacağı hakkında kafa yoruyorduk. Secret Invasion yayınlandığı sırada Thor, X-Men, Spider-Man, Nova, Guardians of The Galaxy, Incredible Hercules ve Ms. Marvel gibi marvel dergilerini aylık olarak takip ediyordum, her dergide bir çok kahramanın aslında Skrull Poserlar olduğu keşfedildi. Bu sürecin ne kadar heyecanlı geçtiğini hatırlıyorum, güzel kurgulanmış bir altyapıyla birlikte dozu iyi ayarlanmış gizem birleşince Secret Invasion bu bloga adını verecek kadar eğlenceli bir "happening" olarak tarihte yerini aldı.

Tabii ki bu kadar önemli oluşunun altında, sonunun şaşırtıcılığının da etkisi vardı; bunu kabul etmek zorundayız. Daha önce bu konuda konuştuğumuzu hatırlıyorum ama benim fikrim hala değişmiş değil; Norman Osborn'un Skrull prensesini öldürerek savaşı sonlandırdığı an sadece Çizgi Roman dünyasında kötü bir karakterin PR oyunlarıyla en tepeye tırmanmaya başladığı an olarak değil, o mevkiide uzun süre kalabilmek için herşeyi, ama herşeyi ayrıntılı bir şekilde planlayarak uygulamaya koymaya başlayacağı an olarak çizgi roman tarihine geçti. Lex Luthor'un ABD Başkanı olması ile eşit durumlar olarak görmüyorum bunu, çünkü Lex'in bu pozisyonundaki etki herhangi bir event'e sahne olmak bir yana, sadece Superman - Batman : Public Enemies arc'ında ( ki bunun çizgi filmi de çekildi, kesinlikle tavsiye ediyorum ) bir JLA - JSA ortaklığına meze olmaktan daha öteye gidemedi. Öncesindeki WW3 event'ini ise kesinlikle kabus olarak kabul ediyorum. O sayılmaz bile. Lex Luthor'un başkanlığı, Superman dışında kimseyi ciddi anlamda etkilemedi. Başkan Luthor ile başkan olmayan Luthor arasında çok fark olmadı aslında, siz ciddi anlamda Criminal Mastermind olup toplum içerisinde böylesi bir yere sahip başka bir karakter tanıyor musunuz? Kingpin bir gangster, korkulan bir insan. Ama Luthor kah bir bilim adamı oldu, kah işadamı. Çok potansiyeli olup üzerine ciddi anlamda oynanamayan bu karakterin başkanlığı ile, zır deli olduğu kadar "Business"  ve "Networking" zekası tavan yapmış bir karakter olan Norman Osborn'un Marvel evreninin tepesine oturması kesinlikle farklı şeyler.

Hasbelkader bu mevkiye oturan Osborn, Superhuman Registration Act'in kavurucu Stamford rüzgarlaını arkasına alarak planını uygulamaya koydu; kendi emir ve komutası altındaki Thunderbolts ekibinin bir kısmını Avengers içerisine yerleştirdi, her karakteri kendi Arch-Nemesis'i kılığında ortalığa salarak bizim kahramanlar olarak bildiğimiz Meta-Humanların avlanması işine hız verdi. Bunu yaparken de, gücünün sınırlarını bilen bir adam olarak oluşturduğu Cabal'da aldığı kararların meşruiyet kazanması için mücadele etti. Norman Osborn, bu açıdan bakıldığında Çizgi Roman dünyasındaki en Machiavellian karakter olarak zihinlere kazınacak; Dr.Doom, Loki, Emma Frost, The Hood ve Namor gibi her biri kendisinden güçlü (The Hood'u bu yargının dışında tutuyorum) karakterleri kontrolü altında tutabildiği süre, Dark Reign'in başarılı bir şekilde inşa ettiği süre olarak kayıtlara geçti.

Ne zaman ki bu grup arasındaki çıkar çatışmalarının tansiyonu yükseldi, o zaman Marvel evrenindeki kahramanlar biraz olsun nefes alabilmeye başladılar. Eh, Dr.Doom gibi bir rakibiniz olduğu sürece onun dışında başka faktörlerle ilgilenmeniz pek mümkün olmuyor, aynı şekilde New Avengers gibi bir ekip size karşı Full-Frontal bir saldırı hazırlıyorsa onları görmezden gelip işlerinize bakamıyorsunuz; hele bir yandan da Frank Castle adlı bir kendini bilmez tüm yasadışı para kaynaklarınızı tek tek ortadan kaldırıyorsa. İşte buradaki sarmalın gittikçe büyümesi, Norman Osborn'un sonu oldu. İbn-i Haldun; Mukaddime adlı Uygarlıkların yükseliş ve düşüşlerini Arap tarihi özelinde çözümlediği eserinde İmparatorlukların, büyüyerek dönmeyi durdurduğu anda yana doğru düşen tekerleklere benzetmişti, kurulan her imparatorluk sonsuza dek büyüme ihtiyacındadır; doğal sebeplerden dahi olsa büyümesi durduğunda hayatını sürdüremez. Norman, herşeyi elinde tutmaya çalışırken Loki'nin onu ayartmasıyla elindeki herşeyden oldu.

Açık konuşmak gerekirse, fikrin çok mantıklı olduğu söylenebilir; kendi düşmanını yaratmadığı müddetçe hiçbir güç odağı varolamaz, Osborn bunun farkında olarak yetki alanlarını arttırabilmek için kendi düşmanını seçmişti; içinde tanrıların yaşadığı ve biz sadık Thor izleyicilerinin neden Midgard'da yer aldığını bir türlü anlayamadığımız Asgard. Demek ki bu sebeptenmiş, yoksa koca bir şehir neden Arizona çöllerinin üzerinde serbest salınsın ki? Thor serisinde Asgard dünyaya getirildiğinde anlam verememiştim, Siege'in ilk teaserları yayınlandığında anlayabildim ancak, Asgard, yere çakılabilsin diye havada uçuyordu. Peki, Norman niye bu düşmanı tercih etti?

İşte burada, Marvel evreninin en ilginç karakterlerinden biri devreye giriyor; Loki. Kendisi hakkında yazımın devamında baya bir kafa yormayı planlıyorum.

Şimdilik bu kadar.

1 yorum:

Berk dedi ki...

Marvel'ın son dönem yaptığı "crossover"lar oldukça ilginç aslında, herkeste oluyor mu bilmiyorum ama bende bir arada kalmışlık duygusu uyandırıyor. Konuların kötü olduğunu düşünüyorum genelde. ( Kahramanların birbirine girmesi, kahramanların aslında Skull olması, Hulk'un bütün diğer kahramanları ezip geçmesi vs.)

Fakat bu konuları o kadar detaylı
ve o kadar güzel işliyorlar ki - aynı zamanda bu konulara o kadar fazla sayı ayırarak karakterlerin iç dünyalarını, psikolojik durumlarını, şüphe ve kararlılıklarını o kadar müthiş bir şekilde gösteriyorlar ki, okuduktan sonra sevmemek mümkün değil.

Geçenlerde Dark Avengers olayını sormuştu bir arkadaşım, bunlar da nereden çıktı diye. Ona uzun uzun anlatırken aslında Marvel'da ne kadar saçma şeyler olduğunun farkına vardım, hatta soruyu soran arkadaş da yer yer gülme krizlerine girdi. Fakat okunduğu zaman hikayeler o kadar net ki, bize sanki gayet normalmiş gibi geliyor.

Bu Dark Reign süresince bana en anlamsız gelen ve ne kadar okursam okuyayım bir türlü kendime kabul ettiremediğim olay Norman Osborn'un gücü eline alması, Avengers, FF ve X-Men gibi pek çok takıma bütün Dark Reign boyunca yaşadıklarını yaşatabilmesi oldu. Çünkü ne olursa olsun, Norman Osborn Marvel Evreni'nde "B-Level" dediğimiz seviyede bir karakter. Adam sonuçta Spider-Man villain'ı, bir Avengers veya FF düşmanı kadar güçlü ve ölümcül bir adam değil. Yani Kang the Conqueror'u, Onslaught'u, Loki'yi, Ultron'u, Neferia'yı, Doom'u, Molecule Man'i ve unuttuğum yüzlercesini yenmeyi başaran bu takımlar, Norman'a karşı neden bu kadar çaresiz kalıyorlar?

Veya bu Dark Reign sırasında Norman Osborn'a verilen rol, daha iyi taşıyabilecek birine verilse, örneğin Osborn'un değil de Doom'un Dark Reign'i olsa, çok daha çekici olmaz mıydı? Dr. Doom bu role daha uygun değil mi?

Bu ve bunun gibi bir sürü problem görüyordum Dark Reign'de, belki de başka bir yazı olarak yazmalıydım, ama ne olursa olsun, Dark Reign'i arkamızda bıraktığımız için mutluyum.