24 Ağustos 2011 Çarşamba

Frank Miller'ın sin city'si nasıl abi? İlk 5 sayısını aldım diğer çizgi romanların arasında yatıyor başlamak için biraz teşvik lazım sanırım

Yuh, dünya yıkıldı başarılı filminin de gazıyla, siz hala rafınızda yatmasına rağmen okumadınız mı Sin City'yi? Bu posttan sonra bir daha duymak istemiyorum böyle bir şey, söyleyeyim.

Kısa bir benzetmeyle girmek gerekirse Frank Miller çizgi roman dünyasının Tarantino'su ise, Sin City'nin de Pulp Fiction olduğunu söylemek hiç de yanlış kaçmaz. Hastalıklı derecek derecede doğrudan ve karanlık tasvir edilmiş noir bir dünyada, o dünyaya birer köşeden tutunmaya çalışan son derece acaip karakterlerin anlatıldığı bir seri Sin City. Sadece bununla kalsa sıradanlıktan notunu kırabilirdik, ama bu hataya da hiçbir zaman düşmüyor. Her hikayede, her panelde, her yeni sayfada ayrı bir tuhaflık; ya da güzel bir fikirle karşılaşabiliyorsunuz.

Gerçek ile gördüğünüz bir kabusun paranormalliğini düşünün, bunu hayal ederken tepenizde kocaman bir projektör ışığı olsun tabii; 1930'ların Amerikasını günümüzde hiç varolmayan kötücül bir dünyada yaşadığınızı hayal edin. Bir barda oturuyorsunuz, hemen yanınızda tüm yüzü beyaz yara bantlarıyla kaplı iri bir adam ağır ağır içkisini içiyor. Barın arkasındaki aynada kendinizi izlerken birden barda kavga çıktığını düşünün, yanınızda oturan adamın ne zaman kalkıp müdahale edeceğini beklersiniz ya; tipi itibariyle külhanbeyidir çünkü, kambersiz düğün olmaz. İşte o bekleyiş anı, tüm Sin City kitaplarının kalbinde yer alan dinamiği en güzel anlatan şey belki de; sürekli olarak bekliyorsunuz, size böylesine etkileyici bir şekilde aktarılan bu dünyanın gerçek olmadığını anlayabilmeniz için biri gelip de sizi dürtsün diye.

İşte Sin City, böyle bir seri.

Ne vardı?

Hiç yorum yok: